top of page

Kültürel belleğe alan açmak

1753 yılında Giuseppe Sanmartino tarafından Örtülü-Peçeli İsa Heykeli, Napoli’deki Cappella Sansevero da sergilenmektedir. İsa’nın bedeninin üzerindeki narin ve yarı saydam örtü çok ilginçtir ve dikkat çeker.

Mermerin katmanlı etkisi o kadar hassastır ki, İsa’nın göz kapaklarından kulak memelerine kadar her özelliği, bedeninin üzerinde hafifçe duran örtünün altından kolayca seçilebilir. Heykelin bedeniyle örtülen perdenin ustaca işçiliği, yüzyıllar boyunca çeşitli efsaneler doğmasına neden olmuştur. Bu efsanelerden en yaygını, heykeli sipariş eden müşteri, ünlü bir bilim insanı ve simyacı olan Raimondo di Sangro’dur. Bu kişi, sanatçıya kumaşı mermer kristallerine dönüştürme yöntemini göstermiştir. Yaklaşık üç yüzyıl boyunca, perdenin bir simya işlemi sonucu olduğuna inanılmış olup sanatçının emeği yok sayılmıştır. Ancak bu inanç daha sonra çürütülmüştür.

1892 yılı Hamburg kenti kolera salgınında yaklaşık 8.600 kişi öldü. Bu, yüzyılın son ciddi Avrupa kolera salgını. Çözüm, içme suyu şebeke sistemiyle kanalizasyonun ayrıştırılmasında bulundu. Hamburg Belediye Binası avlusunda bulunan

 Alman heykeltıraş Joseph von Kramer tarafından 1895-96 yıllarında tasarlanmış, yapımına başlanmış ve 1897 yılında tamamlanmış. Çeşmede işlenilen temada mitolojik sağlık ve temizlik tanrıçası Hygieia'nın kullanılmış olma nedeni de yaşanan kolera salgınını alegorik biçimde dile getirmek…

Hamburg Belediye Binası'nın iç avlusunda bulunan çok güzel çeşme; Yunan Sağlık Tanrıçası Hygieia'ya adanmıştır ve eserin geri kalanında olduğu gibi suyu toplayan bir tekne ve bazı bronz heykellerin bulunduğu bir tabandan oluşur, en yüksek kısmında suyu toplayıp aşağıya düşüren başka bir tekne bulunur. en alttakine, en üstte suyun düştüğü tası tutan Tanrıça Hygieia (Hygieia) Heykeli.Ortadaki havuzun etrafında ayakları neredeyse suyun içinde olan, suyun faydalarını ve kullanım alanlarını gösteren altı bronz figür tasvir edilmiş.

Duvaklı Bakire ya da Peçeli Meryem. Ünlü İtalyan heykeltraş Giovanni Strazza (1818-1875) tarafından Carrara mermeriyle yapılmış. “The Veiled Virgin” heykeli, ülkemizde “Peçeli Meryem Heykeli”, “Bakire Meryem Heykeli” veya “Duvaklı Bakire” olarak bilinir. Yapım yılı bilinmiyor. Strazza’nın Roma’da çalışırken 1850’lerin ilk yıllarında tamamlamış olduğu düşünülüyor. Gizemli Zarafet: Giovanni Strazza’nın Duvaklı Meryem Heykeli Heykel, Bakire Meryem’i gerçekçi bir şekilde tasvir ederken, başının etrafında ince bir tül örtü ile kaplanmıştır. Strazza’nın yeteneği, özellikle heykelin yüzündeki detaylarda ve peçe altındaki saç örgülerinde kendini gösterir.

Hafif rüzgarın esmesiyle uçuşacakmış gibi bir his verirken, aslında heykelin incelikli işçiliğini ve detaylarını ortaya çıkarır. İbadet etmekte olan Merem huzur içerisinde ibadet ettiği, keder duyduğu için ibadetlerine ve yüz ifadesine bunun yansıdığı da görülüyor. “The Veiled Virgin” heykeli, örtülü kadın figürlerinin popüler olduğu dönemde öne çıkmıştır. 19. yüzyılın ortalarında milliyetçilik hareketlerinin yükseldiği ve sanatın canlandığı bir dönemde özellikle İtalya’da popüler hale gelmiştir. Ancak, “The Veiled Virgin”, sadece İtalya’da değil, aynı zamanda diğer ülkelerde de büyük ilgi görmüş ve başyapıt olarak kabul edilmiştir.

Heykel, daha sonra Kanada’ya taşınmış ve 1856 yılında Newfoundland’deki St. John’s Katedrali’nin Roma Katolik Piskoposu John Thomas Mullock tarafından alınmış. O zamandan beri manastırda bulunuyor ve randevu ile görülebiliyor.

Eros ve Psyche, iki soyut kavramın, aşk ve ruhun somutlaştırılarak hikaye edilmiş hali. Eros ve Sayki..ruh tanrıçası “Cupid’in Öpücüğü ile Yeniden Canlanan Psyche”. İtalyan heykeltıraş Antonio Canova'nın ki ben çok bk hrnıım 1793 tarihli eseri. Cupid ve Psyche'nin hikayesi Antik Yunan sanatında MÖ 4. yüzyılda ortaya çıkar. Yine de, hikayenin en geniş kaynağı Apuleius'un (MS 2. yüzyıl) Latin romanı "Başkalaşımlar". Hikayenin teması, Psyche (Ruh) ve Cupid arasındaki aşkın önündeki engellerin üstesinden gelmek ve evlilikteki son birliktelik ile ilgili. Psyche’nin hikayesi, tehlikeli merak, cezalar ve testler ve ilahi iyilik yoluyla kurtuluş temasını içerir. Louvre Müzesi, Paris, Fransa.

Bir kral ve kraliçenin üç kızından biri olan Psyche, eşsiz güzelliği ile ünlenen bir ölümlüdür. Öyle ki insanlar bir süre sonra Güzellik Tanrıçası Afrodit’in tapınaklarına gitmekten vazgeçerek Psyche’ye tapmaya başlarlar. Adakları biten ve ibadethaneleri boş kalan Afrodit ise bu durum karşısında ciddi manada öfkelenir. Hemen bir çözüm yolu bulur ve oğlu Aşk Tanrısı Eros’tan Psyche’yi dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmesini ister.

Psyche zaten hâlihazırda zor bir durumda olduğu için oldukça sıkıntılı günler geçirmektedir. Çünkü çok güzel olması sebebiyle hiç kimse ona evlenme teklifi etme cesaretinde bulunamaz. Bu sırada Tanrı Apollon’un yeryüzündeki kâhini, krala; kızı Psyche’nin kanatlı, acımasız bir canavar ile evleneceğini söyler. Bunu duyan genç kız çok üzülür fakat kaderine razı olmaktan başka çaresi de yoktur.

Annesi Afrodit’in emrini yerine getirmek üzere Psyche’nin yanına giden Eros, onun büyüleyici güzelliğine dayanamayıp kıza delicesine aşık olur. Ayrıca onu Afrodit’ten saklayabilmek adına büyüyle korunan bir saray inşa eder. Bu birlikteliğin sürebilmesi için Eros’un tek bir şartı vardır; Psyche hiçbir şekilde Eros’un yüzünü görmeyecektir. Çünkü ölümlülerin tanrıların yüzünü görmesi yasaktır ve Eros’un yaptığı büyü bir tek bu şekilde geçerli olacaktır. Kız bu şartı kabul eder. Afrodit kızın öldüğünü zannederken Eros ve Psyche görkemli saraylarında aşklarını doludizgin yaşarlar. Odaları karanlıktır. Birbirlerinin yüzünü görmeden yıllarca mutlu bir birliktelik sürdürürler.

Her ikisi de halinden son derece memnunken bir gün Psyche’nin kıskanç kız kardeşleri saraya gelir veona kocasının belki de çirkin bir canavar olabileceğini söylerler. Kahinin sözlerini hatırlayan Psyche’nin aklı karışır. İlişkilerinin başında verdiği sözü unutarak sevdiği adamın nasıl bir görünüme sahip olduğunu merak etmeye başlar. Bir gece dürtülerine yenik düşer ve eline aldığı kandili uyuyan Eros’un yüzüne tutup kocasının ne kadar yakışıklı bir adam olduğunu görerek rahatlar. Onu hayran hayran izlerken kandilden birkaç damla yağ Eros’un kanatlarının üzerine düşer. Canı yanan Eros hemen uyanır ve karşılaştığı manzara karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Güveni sarsılır. Kendisine ihanet edildiğini düşünür. Psyche’nin konuşmasına bile fırsat vermeden birlikte oturdukları sarayı yok eder. “Zaten bir ölümlü ve bir Tanrı nasıl birbirini eşit derecede sevebilir ki?” deyip oradan hızla uzaklaşır. Ardından büyü bozulur ve Tanrıça Afrodit de nefret ettiği kızın yaşadığını bu şekilde öğrenmiş olur.

Yaptığı şeyden çok pişman olan Psyche, Eros’u kaybetmenin üzüntüsüyle beraber mahvolur. Bütün dünyayı dolaşır ama kocasını bir türlü bulamaz. Onu geri kazanabilmek adına ne gerekiyorsa yapmaya hazırdır. Afrodit’in ayaklarına kapanıp yardım etmesi için yalvararak onun hizmetine girer. Afrodit, ona bir görev vereceğini ve bu görevi tek başına yerine getirmesi halinde isteğini gerçekleştireceğini söyler. Psyche hemen kabul eder. Görevi, büyük bir tahıl ambarını ayıklamaktır. Bunu yapabilmek neredeyse imkansız olmasına rağmen karıncalar Psyche’nin yanına gelip onunla birlikte buğday, mercimek ve darıyı ayıklarlar. Pek tabii ki Afrodit çok kızar ve kıza zor bir görev daha verir. Psyche’nin bu sefer yapması gereken şey vahşi bir koyun sürüsünün yünlerini alarak altın bir kazak örmektir. Nehir Tanrısı, genç kıza acıyıp koyunların ondan su içtikten sonra derin bir uykuya daldıklarını söyleyince Psyche’nin işi kolaylaşır. Altın kazak örülür ancak Afrodit yine memnun olmaz.

Ardından zor görevlere bir yenisi daha eklenir. Afrodit, kıza, Styx nehrinden bir bardak su getirme vazifesi verir. Hemen yola çıkan Psyche’ye bu defa sihirli bir kartal yardım eder ve nehri kolayca geçmesini sağlar. Olanlara son derece sinirlenen Afrodit’in kıskançlığı artık daha da artmıştır. Görevlerin zorluğunu en üst seviyeye çıkartır. Psyche’den, yeraltına inerek Hades’in karısı Persephone’nin güzelliğini bir kutuya doldurmasını ister. Bunu da kabul eden Psyche bütün sınırlarını zorlamaya kararlıdır. Büyük uğraşlar sonucu Persephone’yi ikna etmeyi başarır ve elindeki dolu kutuyla beraber tekrar yeryüzüne çıkar. Fakat Afrodit’in yanına giderken merakına yenik düşüp kutuyu açar. İçeriden güzellik yerine uyku yayılınca da aniden uykuya dalar. Tam o anda sevdiğinin yanına uçan Eros ise onu uyandırarak hatalı olmasına rağmen korkusuzluğundan ve cesaretinden çok etkilendiğini, bunun eşit olmalarından çok daha önemli olduğunu anlatır.

İki aşık birlikte Zeus’un yanına giderler. Birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini ve ne kadar çetin mücadeleler verdiklerini tek tek anlatırlar. Aşktan yana olan Zeus bu hikâyeden çok etkilenir ve Psyche’ye ölümsüzlük bahşeder. Kelebek kanatlı bir Ruh Tanrıçası’na dönüşen Psyche artık çok mesuttur. Bir süre sonra “Tutku” adını verdiği bebeğini doğurur ve kocası Eros’la birlikte sonsuza kadar mutlu bir hayat yaşarlar. Günümüzde ruh bilimi olarak tanımlanan “Psychology” terimi de bizzat Psyche’den gelmektedir.

Antonio Canova'nın beğendiğim eserleri..

1.Venüs Victrix rolünde Paolina Borghese Bonaparte Venus Victrix rolünde Paolina Borghese Bonaparte , Antonio Canova'nın mermer heykeli, 1805–1808; Borghese Galerisi, Roma'da

2.The Three Graces, 1813, plaster with metal pointing marks, Museo Gypsotheca Antonio Canova, Possagno

3.Theseus ve Minotaur, 1782, Victoria ve Albert Müzesi, Londra, Birleşik Krallık

4.Terpsichore Lyran (Muse of Lyric Poetry), 1814–1816, marble, The Cleveland Museum of Art

5. Güreşçiler , 1775, pişmiş toprak, Gallerie dell'Accademia, Venedik

Adriaen de Vries'in 1593 yılında II. Rudolf için yaptığı başyapıtı Mercury Abducting Psyche kadar yer çekimi kanunlarına meydan okuyan başka bir heykel hayal bile edilemez. İki metreyi aşan yüksekliğiyle anıtsal heykel, yerden yüksekte süzülüyor gibi görünüyor. Merkür, tıpkı bir kasırga gibi, güzel Psyche'yi, sonunda sevgili Aşk Tanrısı ile yeniden bir araya geleceği Olympia Dağı'na kaldırır. Eserin sarmal şekli, geç Rönesans'ın üslup idealine uygun olarak izleyiciyi heykelin etrafında dolaşmaya ve ihtişamını tam olarak deneyimlemeye davet ediyor. Kullanılan teknik - cire perdue'de bronz döküm - sanatçı tarafından yapılan bir güç gösterisidir ve De Vries'i Prag'daki Rudolf II'nin sarayı için çekici kılan da muhtemelen bu becerilerdi. Bu Merkür, 1648'deki Otuz Yıl Savaşı'ndan sonra savaş ganimeti olarak İsveç'e götürüldü. Birkaç yıl sonra Kraliçe Christina tarafından Fransız diplomat Abel Servien'e verildi ve sonunda heykel Louvre koleksiyonuna girdi.

Hollandalı ressam Johannes Vermeer‘in “Aşk Mektubu“, “Resim Alegorisi” ve “İnci Küpeli Kız” eserlerinden söz etmiştim. 1632 doğumlu ressamın 25 yaşındayken başlayıp 26’sında bitirdiği “The Milkmaid” adlı yağlıboya eserden bahsedeceğim. Sütçü Kız, Vermeer'in en ünlü eserleri arasındadır. Olağanüstü kalitesiyle ilk günden beri beğeni toplayan bu tablo, Hollanda sanatının bir simgesidir.

Orijinal ismi “De Melkmeid” ya da “Het Melkmeisje” olan, İngilizce’ye “The Kitchen Maid“ şeklinde çevrilse de genel olarak “The Milkmaid” olarak geçen eser dilimize “Sütçü Kız” şeklinde çevrildi. 1657 ile 1658 aralığında tamamlanan 45.5 x 41 cm‘lik kanvas üzerine boyanan eser, Amsterdam’daki Rijksmuseum‘da sergileniyor. Vermeer‘in baş eserlerinden biri olan resimde hizmetçi kız figürü, Altın Çağ için büyük manalar taşır.

Resimdeki tek figür, hizmetçi kızdır. Yapılı vücudu, beyaz teni, anaç haliyle duru bir güzelliğe sahip olan figür, sağ eliyle sapından tutup sağ eliyle altından desteklediği testideki sütü masanın üzerindeki çömleğe boşaltıyor. Masada gördüğümüz ekmek parçalarından anlaşıldığı kadarıyla hizmetçi kız, ekmek pudingi (bread pudding) yapıyor. Sütü dökerken bu denli sakin olmasının sebebi, ılımış kaymağı bozmadan çömleğe aktarması gerektiği içindir. Hafif kızarmış yanakları ve sakin ifadesiyle tıpkı “İnci Küpeli Kız” eserindeki gibi ne düşündüğü anlaşılamayan figürde Mona Lisa etkisi var.Üstü sarı, kolları mavi tonlarında kahverengi eteklikli elbisesinin üzerine koyu mavi bir önlük saran figür, başına keten bir başlık takarak ‘hizmetçi‘ unvanını vurguluyor. Masanın mavi örtüsü ve üzerine gelişigüzel atılmış bezin koyu mavi rengi, kızın kıyafetiyle uyum içinde. Elbisesinin kollarını katlayan figürün çıplak kolları, duru teniyle birlikte cinsellik çağrışımı yapıyor. “Nasıl” diye soracak olursanız 16 ve 17. Yüzyıl’da hizmetçi kızlar, üst sınıf erkeklerin cinsel kaçamaklarında anarolünde yer alıyorlardı. Genç ve güzel hizmetçi kız, evin beyinin gizli sevgilisi olarak görülür ve bu yönde göndermeler yapılır. Dönemin her sanat dalından pek çok eser, bu konuyu işlemiştirAraç gereçlere bakınca bir mutfak ve hizmetçi kızdan öteye gitmediği zannedilen bu müthiş detaylı eserin sol üst tarafında gördüğünüz parmaklıklı pencere, ressamın yaşadığı Güney kenti Delft‘e bakar. Ayrıca resimdeki ışığın kaynağı da bu pencereden gelir. Delft ile ilgili bir başka detay da masanın üzerinde duran porselen vazodur. Mavimsi beyaz üzerine mavi işlemeli seramikleriyle meşhur bu kent, tıpkı memleketimizdeki Kütahya çinileri gibidir.

Zemine baktığımızda ressamın kahverengiyi görüyoruz. Sağda duran kare biçimli nesne, bir ayak ısıtıcıdır. Kızın kıyafetlerinden mevsimin kış olduğu zaten bellidir. İçindeki közle üzerine koyduğunuz ayaklarınızı ısıtabileceğiniz bu işlevsel araç, kadının içindeki gizli arzuları temsil eder. Bu çıkarıma varış yolum, mini sobanın hemen arkasındaki duvarda yer alan Cupid figürleridir.Bütün bu verileri bir araya getirip esere kişisel yorumumu eklemek istiyorum. Kadının elindeki testi ve masadaki çömleğin geniş ağzı, kadın anatomisi açısından baktığımda vajinayı temsil ediyor. Aynı şekilde bir paylaşım da söz konusu; bu cinsel birleşme olabilir. Kullanılan sıvı, süttür. Süt, masumiyeti temsil eder ve bebekleri hatırlatır. Figürün çalışkanlığı, anaçlığı ön planda olduğu için bir annelik/ hamilelik söz konusu olabilir? Arka tarafta gördüğümüz Cupid (Eros) çizimleri, aşkın simgesidir. Bir hizmetçinin evin beyiyle yaşadığı yasak aşk olabilir? Aynı şekilde mini sobadaki köz, gizli ateştir. Söz konusu aşkın ‘yasak‘ sıfatını destekliyor.

Bir hizmetçinin süt tabağı hazırladığı basit bir mutfağa bakıyoruz. Masa örtüsünün ve kaba kumaşlardan yapılmış kıyafetlerinin güçlü renkleri çıplak duvarla kontrast oluşturuyor. Bir sütçü kızın bir iç mekanda tek başına tasvir edilmesi Hollanda sanatında benzersiz bir durumdur ve Vermeer, sütçü kızları erkek arzularının nesneleri olarak tasvir etme geleneğinden kopmuş gibi görünmektedir. Aşkın ve ahlaksızlığın simgelerine ayak ısıtıcısı ve fiyonk çizen Cupid'in resmedildiği Delft duvar karosu sırtını dönüyor.

1632 yılında doğan ve oldukça genç bir yaşta 1675 yılında ölen Hollandalı ressam Johannes Vermeer' in şaheser eseri; Meisje met de parel (Hollandaca) yani İnci Küpeli Kız.Takma adı: Kuzeyin Mona Lisa’sı, 1665 yılında tuval üzerine yağlıboya 44,5 cm × 39 cm. yapılmış. Ressam Johannes Vermeer öldüğünde büyük bir borç bıraktığı için zengin olmadığı düşünülür. Fakat ilginç bir şekilde resimlerinde dönemin en pahalı boyalarını kullanmaktan çekinmemiş barok bir ressamdır. 1866 yılında sanat eleştirmeni Thore Bürger tarafından keşfedilene kadar unutulmuş olan Johannes Vermeer’in hayatı boyunca 35 eser resmettiği düşünülüyor. Unutulmuş olsa da keşfedildikten sonra adı Hollanda altın çağının en önemli ressamları arasına yazılmıştır.Genç bir kadının oryantalist bir bakış açısı ile resmedildiği İnci Küpeli Kız tablosunda gördüğümüz kadının kim olduğuna dair herhangi bir fikir yok. Kimileri ressamın on çocuğunun en büyüğü olan Maria olduğunu söyler. Bazılarına göre ise resmedilen kız bir modeldir. Fakat Johannes Vermeer’in pek de zengin biri olmadığını düşünürsek bir model kiralama ihtimalinin çok az olduğu ortada. İnci Küpeli Kız tablosunun hikayesi kesin olarak bilinmediği için bazı sanat tarihçileri yaptıkları incelemeler sonucunda dönemin ünlü piskoposu St. Francis De Sales'in öğretileri ile tablo arasında bir bağlantı keşfettiler. Buna göre tablo, bir bekaret portresi. Dini hikayeye göre İshal, Rebecca’ya aşkının işareti olarak küpe vermiştir. Metaforik olarak kulak, erkeğin ilk istediği ve sadakatle korunması gereken yerdir ve kulağa yalnızca tatlı sözler girmelidir.

İnci Küpeli Kız’ın kim olduğunu bilmiyoruz ama onun biri olduğundan eminiz. 2018 yılında tablo, özel X ışınlarına sahip bir tarayıcı ile incelenmiş. İnceleme sonucunda ressamın adım adım fırça darbeleri görülmüş. Bu darbeleri yorumlayan uzmanlar; ressamın hayali bir figür çizmediğine, birine bakarak yani model kullanarak çizdiğine, çizim esnasında yapılan değişikliklerin model hareketlerine göre düzenlenmiş olduğuna karar verdiler. Bu açıdan incelediğimizde Vermeer’in kızı olma olasılığı artıyor. Dillere destan bu tablo aslında epey küçük.

Sadece 44,5 cm × 39 cm. İnci Küpeli Kız’ın örtüsü, resmin en pahalı yeri.Tabloda pek çok dini öğe gizlendiği düşünülüyor. Muritshuis Kraliyet Resim Galerisi, Lahey, Hollanda

Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunu bilmiyor olamazsınız! Gelmiş geçmiş en ünlü Türk ressamlarından birinin fırçasından 1907’de çıkan bu yapıt, yalnızca Türkiye’nin değil, dünya resim sanatının da en ünlü eserlerinden biridir. Osman Hamdi Bey, 1907 yılında kaplumbağaları müzikle terbiye etmeye hazırlanan bir dervişi konu alan 136 x 87 santimetre boyutlarında bir tablo yapmış. Kaplumbağa Terbiyecisi olarak tanınan, sanatçınınsa “Kaplumbağalı Adam” olarak adlandırdığı bu eserde kırmızı giysiler içinde bir derviş ve 6 kaplumbağa görülüyor. Canlı renklerle dikkat çeken eserde ayrıca duvarda bir hat ve nişin içine bir testi yer alıyor. Osman Hamdi Bey’in tabloyu dünürü Salih Münir Paşa’ya ithaf ettiğini gösteren bir de not bulunuyor.Resmin yapılmasından tam 36 yıl önce, genç Osman Hamdi, Bağdat’tayken babasına yazdığı bir mektupta, bir dergide okuduğu yazıda Japonya’daki kaplumbağa terbiyecilerinden söz edildiğini anlatmış. Japon terbiyecilerin davulla ritim tutarak kaplumbağalara tek sıra halinde yürümeyi, hatta bir masanın üstüne çıkmayı öğrettiği yazıyormuş. Dergide bu ilginç işi gösteren bir de resim yer alıyormuş. İşte, Osman Hamdi Bey’e tablosu için esin veren de bu olabilir.

Resimde kırmızı giysiler içinde gördüğümüz yaşlı adam, ressamın bizzat kendisiymiş. Osman Hamdi Bey yalnızca bu resimde değil, daha birçok yapıtında figür olarak kendisini kullanmış. Ressam bunun için önce istediği açıdan kendi fotoğrafını çektirirmiş, sonra da bu fotoğrafa bakarak tablolarını yaparmış. Yani bir tür otoportre ya da özçekim! İsterseniz Osman Hamdi Bey’in şu fotoğrafını tablodaki adamla karşılaştırabilirsiniz.

Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun 1906 yılında yapılan ilk versiyonu da bulunmaktadır. Bu ilk versiyonu olan tabloyu İstanbul’daki Pera Müzesi’nde görebilirsiniz.

Michelangelo'nun "David" i Davut 5 metreyi aşkın boyuyla, ortalama bir insanın neredeyse 3 katı büyüklüktedir.1501 yılında, Floransa hükümeti Michelangelo’yu Floransa katedralinin kubbesi için bir heykel yapmakla görevlendirir. Eserin, katedralin çatı hattını güzelleştirecek bir dizi heykelin arasına girmesi planlanırken, Michelangelo’nun tamamlanmış eseri o kadar büyük beğeni aldı ki ilk plandan tamamen vazgeçildi. Eserin daha yakından görülebileceği bir yere konumlandırılmasına karar verildi. Michelangelo’yu üne kavuşturan eser “Pieta”

Michelangelo'nun "David" eserinin Burnu hakkında Meraklı Anekdot:

"David", Michelangelo Buonarotti tarafından 1501 ile 1504 yılları arasında yapılmış mermer heykeldir.

1504 yılında, ünlü heykeltıraş bu ünlü heykeli tamamlarken, Floransa Cumhuriyeti'nin üst düzey yetkilileri dört metreden fazla olan şahesere hayran olmak için açılış törenine katıldılar. Aralarında sanatın önemli patronu Pier Soderini de vardı. Soderini, belki de uzmanlığını göstermek isteyen Michelangelo'ya "David"in güzel olmasına rağmen burnun orantısız olduğuna inandığını ve sanatsal değerini artırmak için biraz azaltılmasını önerdiğini söyledi. Gururu ve duyarlılığı ile tanınan Michelangelo, siyasi bir olaya neden olmamak için öfkeyle tepki göstermekten kaçındı.

Bunun yerine Michelangelo akıllıca bir çözüm geliştirdi. Burnu değiştirmeyi kabul etti ancak gizlice mermer tozu ve küçük parçalar topladı. Merdiveni çekiç ve keski ile yükselterek, toz ve parçaları incece düşürürken burnu oymuş gibi yaptı. Bu modifikasyon yanılsamasını yarattı.

Düşen enkazdan ikna olan izleyiciler, burnun düzeltildiğine inandı. Soderini'nin kendisi heykeli "ayarlama"dan sonra mükemmel ilan etti. "

Floransa'nın bir sembolü olan "David", Michelangelo'nun sanatsal tavsiyeye ihtiyacı olmayan dehasının bir şaheser ve bir vasiyeti olarak kalmaya devam ediyor.

Davut’un sağ eline dikkatlice bakarsanız vücudunun geri kalanına oranla fazla büyük kaldığını farkedersiniz. Bu asimetrinin, Michelangelo’nun Davut’a verdiği “Manu Fortis” (güçlü el) takma adından kaynaklandığı düşünülmektedir. Davut solak sağ elinin gücünü görüp tam tersini düşünebilirsiniz. Ama bedeninin duruşu ve elini kullanışı bir solak olduğunu açıkça göstermekte

Heykel tek bloktan oluşan bir mermerden doğmuştur

“Birinin çöpü, başkasının hazinesidir” sözünü destekler nitelikte, Davut’a hayat veren mermer blok, tarihin en ünlülerinden olmuştur. Michelangelo, Davut heykelini daha önce iki heykeltraşın attığı bir mermerden yaptı. Agostino di Duccio, mermeri 10 yıl bir köşede hiç dokunmadan bekletti. Sonra Rosselino, mermerin üzerinde küçük bir kırık yaptı ve bu mermerle çalışmanın çok zor olacağına karar verdi. Mermer Michelangelo’nun eline geçtiğinde 40 yıldır birinin onu alıp işlemesini bekler haldeydi. Michelangelo’nun Davut heykeli, 1504’te tamamlanmasından bu yana İtalyan kültürünün en önemli parçalarında biri oldu. Eser, Davut’un Golyat’a saldırmaya karar verdiği anı simgeler. 5,17 metre yüksekliğindeki mermer heykel Floransa’nın sembolü niteliğinde. Heykelin tamamı 8 Eylül 1504’te ortaya çıkarıldı. M.Ö. 11. yüzyılda Kenan ülkesinde, bugünkü Filistin, geçtiği rivayet edilir. Tarihler boyunca anlatıla gelen meşhur düelloya tutuşan Davud ve Golyat’ın hikâyesi aynı soydan gelen İsrailoğullarıyla Filistinlilerin savaşı sırasında yaşanır.Kral Talut liderliğindeki İsrailoğulları Filistinlilerle Elah Vadisi’nde karşı karşıya gelir. Filistinlilerin en güçlü askeri olan Golyat her gün İsrailoğullarına meydan okur ve karşısına çıkabilecek güçlü biri olup olmadığını haykırır. Kendisine bu kadar güvenmesinin nedeni çok uzun ve iri cüsseli bir savaşçı olmasıdır. Golyat üç metrelik cüssesiyle adeta bir “dev”dir.

Golyat kırk gün boyunca kendisi ile dövüşebilecek bir İsrailliyi savaş meydanına çağırır, “Benimle dövüşecek bir savaşçı seçin. Eğer beni yenerse biz sizin köleniz oluruz. Fakat ben onu yener ve öldürürsem, siz bizim kölemiz olursunuz” der. Ama hiç bir İsrailli dev cüssesinden ötürü cesaret edemez. Golyat, 40 gün boyunca her sabah ve akşam bunu yapar.

O sıralarda henüz bir çocuk olan ve savaştaki görevi yiyecek taşımak olan Davud gönüllü olur. Askerlere “Bu Filistinyi öldürecek ve İsrail’i bu utanç verici durumdan kurtaracak adama ne verilecek?’ diye sorar. Askerler ona, “Kral Talut onu zengin edecek ve kızını ona verecek” derler. Askerler krala gidip Davud’un Golyat ile savaşmak istediğini söylerler. Kral Talut, Davud’un cesaretine hayran olur ama yine de onu vazgeçirmek ister. Kral Talut, Davud’a “Bu Filistinli ile savaşamazsın. Sen bir çocuksun, o ise, ömrü boyunca askerlik yapmıştır” der.

Ve bir gün bir Davud çıkar...Bunun üzerine Davud, ‘Babamın bazı koyunlarını kapmak istedikleri zaman bir ayıyı ve bir aslanı öldürdüm. Bu Filistinli de onlar gibi olacak. Yehova bana yardım edecek” der. O zaman Talut ona, “Git ve Yehova seninle beraber olsun” der.

Davud ısrar edince ona bir zırh ve silah sunar. Davud bunu da kabul etmez. Golyat’ın karşısına bir sapan ve bir kaç taş ile çıkar. Golyat onu gördüğü zaman gözlerine inanamaz. Davud’u çok kolayca öldürebileceğini zanneder.

Golyat saldırıya geçmeden önce Davud hızlı bir şekilde görünmeden saklanarak sapanıyla bir taş fırlatır ve Golyat’ı alnından yaralayarak yere düşürür. Ardından sersemlettiği Golyat’ın kafasını keser, düelloyu kazanır.

En büyük savaşçıları Golyat’ın öldürülmesiyle Filistinliler dağılır, savaşı kaybeder. Davud’un küçük yaşı ve cüssesine rağmen koca bir devi yenmesi kendisini efsaneleştirirken, sonrasında İsrail Krallığı’nın da başına geçer.

Bulunduğu yer; Galleria dell'Accademia Akademi Galerisi Galleria dell’Accademia, İtalya’nın Floransa şehrinde bulunan büyüleyici bir sanat müzesi. Bu müze, Michelangelo’nun en ünlü heykellerinden biri olan Davut Heykeli’nin evi olarak da bilinmekte. Yalnızca Michelangelo’nun değil, Sandro, Giambologna, Bartolini, Allori gibi sanatçıların eserlerine de ev sahipliği yapmaktadır. Birbirinden değerli bu sanat eserlerini görebilmek için her yıl milyonlarca kişi müzeyi ziyaret etmektedir. Akademi Galerisi’nin en merak edilen eserlerinden biri olan Davut Heykeli, adına özel olarak ayrılmış bir bölümde sergilenmektedir. Davut Heykeli, İtalyan Rönesans sanatçısı olan Michelangelo’nun en değerli iki eserinden biri olarak kabul edilmektedir. 5.17 metre uzunluğuna sahip bu devasa heykel, ilahi yaratılıştaki mükemmelliği tasvir etmektedir. Heykel, Filistinli Genç Davut’un İsrailli dev savaşçı Golyat’a saldırmaya karar verdiği anı simgelemektedir. Sanatçının, oldukça gerçekçi ve detaylı bir anatomiyle şekillendirdiği bu heykel, müzenin en çok ilgi duyulan eseri haline gelmiştir. Ayrıca, müzenin bu bölümünde Michelangelo’nun diğer eserleri ve halı örnekleriyle beraber, Allori, Cecchino, Sallaiti ve Bronzio’nun eserleri de sergilenmektedir.










Comments


Miss gibi geziler

Olmazsa olmazlar
 
  • Kapadokya' da balonla gökyüzüne açılmak
  • Avanos'ta çanak çömlek
  • Ürgüp' te Kaymaklı yer altı şehri
  • Venedik' te espresso
  • Burano renkleri
  • Bologna dondurmam kaymak
  • Luzern macaronları
  • Paris La Fayette cheeseecake
bottom of page